top of page

Yazının deneyim üzerindeki etkisi

  • Writer: Deniz Bozkurt
    Deniz Bozkurt
  • Feb 24, 2020
  • 3 min read

Updated: Feb 24, 2020

Yazı teknolojisiyle birlikte birincil sözlü kültürlerin deneyime dayalı doğası, değişime uğramıştır. Yazı, 'söz'ün yerini alarak ona bir model teşkil etmiştir bu bağlamda sözün gerçekliğiyle yer değiştirdiğinden deneyimin üzerinde yabancılaştırıcı etkisi olmuştur.


Bugünkü anlamda kanıksamış olduğumuz dil ve yazı kullanımının noksan olduğu, sadece sözlü iletişimin hakim olduğu ''uygarlık!'' öncesi dönemde toplumsal yapı çok farklıydı. Bugün, sanılanın aksine cinsler arası iş bölümüne dayalı avcı-toplayıcı olarak nitelendirilen bir yapıdan ziyade kadın erkek arasında eşitliğe ve paylaşıma dayalı ortak bir etkinlik olarak yapılan bitki toplayıcılığının ön planda olduğu kabul ediliyor. Avcılık, bilgi toplayıcılığına kıyasla çok daha ileri bir zamanda ortaya çıkmıştır. İnsanoğlunun doğayı kontrol etme arzusunun henüz gelişmediği bu dönemde, insanın içgüdü ve duyularını kullanma kapasitesi bugüne göre çok daha ileri seviyedeydi ve dolayısıyla doğayla uyum içinde bir yaşam sürmekteydi. Tarıma geçişle birlikte toplumlar iş bölümünün getirdiği düzenle hiyerarşik yapıya geçti, mülkiyet kavramıyla birlikte toplumsal sınıflar birbiri üzerinde tahakküm kurmaya başladı. Çiftçilikle doğayı yıkıma uğratan toprak sahipleri, baskı ve sömürüye dayalı ağır çalışma koşullarıyla cinsiyetle rarası eşitsizliği de kuvvetlendirdiler. Ortaya çıkan toplumsal cinsiyet kodları, gündelik hayata adapte edilen ritüelleri de beraberinde getirdi, böylelikle sıradan eylemlerin üzerinde bile tahakküm sağlanmaya başlandı. Sermayeyi elinde bulunduran imparatorlukların neden olduğu savaşlarla birlikte yıkım ve tahakküm giderek arttı. Son olarak, doğanın evcilleştirilmesiyle birlikte ilk ticari işlemler, yazı ve sayının gelişmesinde de belirleyici rol oynadı.


Tarım sonrası tahakküme dayalı 'uygar' yapının doğal bir sonucu olarak iletişimde de tahakküme dayalı bir düzene geçilmiştir. Malinowski, sözlü kültürlerde dilin sadece düşünceyi temsil eden işaretlerden ibaret olmadığını, sözlerin aynı zamanda bir tür eylem içerdiğinden söz eder. Her tür ses bir eylemle birlikte can bulur bu bağlamda deneyime dayalıdır. Bu tür kültürlerde bilgi ve düşüncenin aktarımında belleğe başvurulur, o nedenle ritm ve hareket anımsamayı desteklediğinden ön plandadır. Her türlü sözlü iletişimde bedensel jestler ve duyguların ön planda olmasıyla insan ilişkileri ağırlıktadır. Yazı ise, sözü mekana sabitlediğinde deneyimi ortadan kaldırmış olur. Sesli söz, şimdiki anda olmakla ilgiliyken yazı geçmiş zamanla ilgilidir. Yazının tutucu bir tarafı vardır, sözü sabitlemeye çalışır. Matbaanın bulunmasıyla da bu sabitleme eylemi bir daha geri dönülmemek üzere hız kazanmıştır. Matbaanın aracılığıyla yazının, sözü sonsuz kere kopyalama hakkı doğmuştur. Yazı, baskı teknolojisi ile her defasında sözün yerine yeniden geçerek onun üzerinde tahakküm kurar. Yazı, yapay bir şekilde zamanla sözden daha da gerçek olur.


Yabancılaşma, en basit anlamıyla bir şeyi veya bir kimseyi ikinci bir şeyden veya kimseden uzaklaştıran, ona yabancı hale getiren durum ve eylemlerin bütünüdür. Marx'ın bakış açısıyla yabancılaşmanın ilk boyutu, kişinin tarıma geçişle doğaya hükmetmeye başlamasıyla insanın doğadan kopuşuyla gerçekleşmiştir. Kendisiyle doğa arasındaki mesafeyi arttıran bu durum insanın doğaya korkuyla yaklaşmasına neden olmuştur. İlkel toplumlarda doğa ile uyum içindeki hayatını bırakan insan, uygarlık seviyesi yükseldikçe bir zamanlar bir parçası olduğu doğadan uzaklaşmış ve ondan yararlanamaz hale gelmiştir. İnsan benliğini özünden uzaklaştıran yabancılaşmanın ikinci boyutu ise kapitalist toplum yapısına geçişle birlikte meydana gelmiştir. Kapitalist düzenle birlikte insan kendisine ve emeğine yabancılaşmıştır. Bir fabrikada çalışan bir işçi, hiçbir zaman satın alamayacağı bir eşyanın parçasını üretirken, onun emeği kendisi dışında bir şey olarak ayrımlaşır. Ortaya çıkacak meta ona ait olmayacaktır, oysaki o 'şey' onun emeğinin bir ürünüdür.


Seri üretim mantığı ürünü, kendisini üretenden ayırdığı gibi, yazı da “söz”ü söyleyenden ayırır. Bu anlamda matbaa teknolojisiyle adeta bir ürün, bir nesne gibi seri olarak üretilen basılı sözler, kelimeler aynı şekilde birer metaya dönüşür. Öznel olan söz, pasifleşerek nesnel olan yazıya dönüşmüştür. Sözün yazıya dönüşmesiyle araya giren mesafe, yazının matbaa ile standardize olmasıyla kuvvetlenerek yabancılaşma katlanarak artmıştır.


Matbaa sonrası ikincil sözlü kültür çağında sözlü iletişimin elektronik dönüşümü mekanı, fiziki ortamdan sanal ortama taşımıştır. Böylelikle yazının mekana damgalanma durumu sanal boyuta sıçramış, böylelikle yazı artık sanal ortamda çok hızlı dolaşabilir kopyalanabilir duruma gelmiştir. Katılımcının (dinleyicinin, izleyicinin) bilinmez olma durumu, gruplaşma duygusunu geliştirmesi, şimdiki ana odaklanması, geçici olması, bir takım sözlü kalıpların kullanışıyla birincil sözlü kültüre benzerliklerinin olması bir yana, ikincil sözlü kültür çağında yabancılaşmanın boyutları birden fazla, birbirinden farklı gerçeklikler, simulakrlar yaratacak kadar çok gelişmiştir. Ferdinand de Saussure, “yazı, aynı anda hem faydalı, hem yetersiz, hem de tehlikelidir” der. Günümüz sanal iletişiminde kişi kendinden o kadar uzaklaşmıştır, yabancılaşmayı o kadar özümsemiştir ki bu yabancılaşmayı bazı durumlarda artık kendi eli ve onayıyla kendine farklı kimlikler yaratarak bilinçli olarak yapar hale bile gelmiştir. Onun dışında yazı ile sözü karşılaştırırsak, gündelik hayatımızda yazılı iletişimi whatsapp ve benzeri uygulamalar aracılığıyla daha yaygın olarak kullanır hale gelmiş durumdayız, beraberinde yanlış anlaşılmalara çokça neden olsa dahi. Bu açıdan baktığımızda yazı teknolojisinin yararlı olmaktan çok faydasız olduğunu ve gittikçe insani ilişkileri öldürdüğünü düşünüyorum.


Kaynakça





 
 
 

Recent Posts

See All

Kommentare


© 2024 by Deniz Bozkurt 

  • Instagram
bottom of page