Gerçekliğin Algılanışı
- Deniz Bozkurt
- Feb 24, 2020
- 3 min read
Updated: Feb 24, 2020
Bedenim bir eylem alanı. Bana dışarıdan gelen etkilere etkilendiğim oranda tepki veriyorum. Bedenimin dışında algıladıklarım, dış dünyanın bendeki algısı, bedenimin içinde duygulanıma neden oluyor. Bedenim yansıtıyor. Evrenin beni sürekli etkilemesi gibi ben de evreni sürekli etkiliyorum. Bir imge olarak bedenim, kendisi dışındaki bütün imgelerle sürekli bir etkileme ve etkilenme içinde. Dış dünyayı algılayışım, aynı zamanda benim yansımam. Nasıl yansıtıyorsam o şekilde algılıyorum. Fakat bedenim sadece yansıtmakla kalmıyor, aynı zamanda ona gelen etkilerden bazı şeyleri emerek içeriye kabul ediyor. Bedenim algılarken imge dışarıya yansıtıyor, bedenim duygulanırken imge içeriye yansıyor. Algı, bedenimin yansıtma gücünü ölçerken, duygulanım onun emme gücünü ölçüyor. Bedenim, algıyı emdiği oranda duygulanım üretiyor. Algılarım yoğunluk arttırarak duygulanım haline geliyor. Böylece uzamda yer işgal eden bir algıdan bir duygulanıma geçmiş oluyorum. Duygulanımsız algı yok.
Ve1 bedenim bu duygulanımı bir eyleme dönüştürüyor. Bir eylem merkezi olan bedenim algıladığını bir eylemle ortaya koyuyor. Algım, aynı zamanda benim bedenimin diğer bedenler veya nesneler üzerindeki olası eylemini de belirtiyor. Bedenimle diğer bedenler veya cisimler arasında mesafe ne kadar azalırsa gücül eylemim o kadar hızlı bir şekilde gerçek eyleme dönüşür. Bu mesafe sıfır olduğunda, yani algılanacak beden kendi bedenim olduğunda, bir elimle diğer elime dokunduğumda algım gücül değil, bu sefer gerçek bir eylem belirtir. Beni tırmalayan kedinin elime önce değen sora cildimin içine girerek batan sivri tırnağının algıladığım yoğunluğu bende artarak çoğalan bir acıya, bir duygulanıma dönüşecek ve kendimi koruma ihtiyacım beni hızlıca eyleme geçirecektir.
Algı ile düşünce arasındaki zaman aralığı ne kadar genişse, bir insan olarak o kadar fazla derinleşiyor, yani daha bilinçli oluyorum. Bir masanın, bir bakterinin mekanik hareketi, daha karmaşık bir oganizma olan benim bedenimde bilinçli bir harekete dönüşüyor. Bedenimin olduğu gibi yansıttığı durumlarda düşünmeyle algı arasındaki fark çok aza iniyor.
Bilinçli bir mekanizma olan bedenim tepki vermeden önce bekliyor. Gücül eylemim edimselleşmeden önce geçmiş deneyimlerim şimdiye sıçrayarak benimle konuşuyor ve bilinçli olma durumum bana seçebilme, ayırt edebilme özelliğini veriyor. Bedenimin etki ile tepki arasında bir seçim yaptığı bu aralığı, bu süreyi belleğimin bana getirdiği, bende yarattığı hislerim dolduruyor.
Geçmiş, şimdiyi belirlerken şimdi de geçmişi belirliyor. Geçmiş ile şimdi birbirlerini karşılıklı olarak seçerek, yeniden inşa ediyorlar, birlikte aynı anda hareket halindeler. Belleğimdeki geçmiş deneyimler şimdide gücül olarak varlar, ta ki seçilene kadar. Ben bu satırları yazarken her kelimeden sonra gelecek olan kelime, her harften sonraki harf zaten hali hazırda gücül olarak şimdide bekliyor ta ki ben elimi klavyenin tuşlarına dokundurana kadar. Gelecek, bu belirlenimsizlik anında şimdide var oluyor. Bu noktada, geçmişin “şurada, bir yerlerde” ya da geleceğin “orada, bir yerlerde” olmadığını söyleyebilirim. Geçmiş de, gelecek de aslında “şimdi ve buradadır”. Sadece gerçek eyleme dönüştüklerinde, edimselleştiklerinde algılanabilir olurlar.
Bu belirlenimsizlik anındaki geçen süre, sürekli bir oluş halinde ve bilincimi sezgi üzerinden çalıştırıyor. Buradaki süre, bedenimin dışındaki maddi dünyanın yani algı dünyasının bana verdiği dakikalara, günlere, aylara, yıllara böldüğüm, saydığım, kronometrik olan zaman değildir. Öyleyse benim gerçekliği algılayışım iki şekilde oluyor. Birincisi, alışkanlıklarla kendini var eden, bölünebilir, dolayısıyla belirlenebilir olan, ardışık olarak düşünebildiğim, zekanın devrede olduğuve homojen bir yapıya sahip olan kronolojik zaman; diğeri ise, ancak bilincimin doğrudan ve dolaysız verisine döndüğümde, bilincin kendisine görünen, düşünebildiğim değil ama içimde hissedebildiğim bir zaman, yani “süre”dir. Bir hissi, sayarak anlatabilir miyim? 10 mutluyum, 2 üzgünüm diyebilir miyim? Oysaki sürenin hareketi heterojen bir harekettir. Her hareket bölünmezdir. Bir şey ancak uzamsallıkla, mekansallıkla bölünebilir. Hareketi bölünebilir sanan sağduyumdur. Diyelim A noktasından B noktasına yaptığım yolculuğu, A, B noktaları ve bu iki noktanın arasına çizdiğim bir çizgiyle belirtiyorum. AB çizgisi, A'dan B'ye yaptığım hareketi, bu hareketin akan süresini simgelese de, burada gerçekleşen hareketi, hareketsiz olarak temsil etmesi mümkün değildir. Bu çizgiyi bölümlere ayırabilmem ve onu noktalarla sınırlamam, ne bu hareketin gerçekleştiği sürenin bölünebilir olduğunu, ne de anlarla sınırlı olduğunu kanıtlar. Hareketi de, süreyi de uzaya dönüştüren her zaman dildir. Zamanın bir başlangıcı ve bir sonu vardır. Sürenin ise yoktur. Hareketin gerçekliği, hareketin kendindedir. Hislerimi de, ancak bu yolculuğun hareketi gibi uzamsallaştırırsam, onları ardarda sıralanabilir gösteririm. Hislerimin sınırlarının mutlak anlamda belirlenmiş bağımsız cisimlere her bölünmesi, en fazla yapay bir bölünme, bir yanılsama olacaktır.
Hareket bölünmemiş bir olgu, süre sürekli bir oluş halinde ve varlık burada kendi içinde sıkışıp genişlemekte. Sezgilerim, gerçekliğin yani sürenin bölünemez doğasını bana aktarmanın bir yolu. Sezgilerim bana yaşamın kendinde halini veriyor. Sezgisel bilgiye şeylerin süresine yerleşerek, hissederek varıyorum. Süreyi uzamsal kategorilerle ifade ettiğimde, onu maddesel imgeye dönüştürdüğümde, onu algılanabilir ve zeka bakımından düşünülebilir hale getiririm ama varlığın kendisine, kendinde hareketine doğal hareketine sezgi bilincin dolaysız verisi olduğunda ulaşırım.
KAYNAKÇA
BERGSON Henri, Madde ve Bellek, Dost Yayınları, 2015.
1 Bir bağlaç olan “ve”nin paragraf ve cümle başında kullanılması burada bir dilbilgisi hatası gibi gözükmekte fakat, ilk 2 paragraf bir cümlenin bölümleri olarak düşünülmüş o nedenle kasıtlı olarak “ve” paragraf başında kullanılmıştır.

Commentaires